ingmar Bergman: Hiçlik Üzerine Düşünveleri ve Güz Sonatı Filmi
Tanrının var olmadığına dair içimdeki his hiç de korkunç bir his değil. Bir korkusuzluk hissi veriyor. "Bu biziz." diyen bir his buradayız ve tüm bu bütünlük gerçekten var. Fakat bu, bizim içimizde var. Umudun, korkunun arzunun, yaratıcı zihnin duanın nesiller boyunca üretimidir bu. İçimde hala mevcut. Ve olduğu için de çok mutluyum. İçimdeki en güzel şeylerden biri hatta bu. Ama dışarıda olan bir Tanrı mı? Onu aştım. Saçmalık. Öyle bir şeye inanamam.
Çok garip bir durumdu. Şayet ilginizi çekiyorsa, bunun nasıl olduğunu anlatayım. Hastalanmıştım. Bir çeşit ameliyat yapmaları gerekti.
- Ameliyat, değil mi?
- Evet. Koluma bir iğne yaptılar. Daha önce hiç olmamıştım.
- Uyuşturuldunuz.
- Evet.
Uyuyordum. Tam olarak uyumuyordum. Altı saat boyunca bilinçsiz kaldım. Geçen zamanı hiç hissetmiyordum. Varlık durumundan, var olmama durumuna geçmiştim. Ve bu beni çok mutlu etti. Hayat sanki... Kendimin ve her şeyin bilincindeydim ama sonra aniden veya yavaşça bilincim kapandı. İşte bu bir "var olmama" idi. Harika bir histi bu. Varlıktan yokluğa geçmiştim. Ve o anda bana hiçbir şey olamaz. Bence birinin gelip bu harika "var olmama" durumundan beni uyandırması korkunç olurdu. Hatta şöyle dense: "Ebedi ruhunuz, Bergman Bey," falan filan. "Oraya ya da buraya gitmelisiniz. Şu yüzden suçlusunuz, bu yüzden suçsuzsunuz." Bence böyle bir şey delice. Ve bu da beni... Bu "var olmama" hissi beni çok mutlu etti. Çünkü rahatlama hissiydi. Çünkü tanrının varlığına karşı duyulan his tanrının varlığına dair olan fikir hiç de sağlıklı değildi. Çünkü mükemmel olan bir şeylerin olduğuna dair bir his söz konusuydu. O şey olağanüstü derecede mükemmel. Var olan en kusursuz şey. Ve bununla karşılaştırıldığında kendimi her zaman bir yılan gibi görmeliyim. Kirli bir yılan gibi hissetmeliyim. Ve bir insan için kendisini kirli bir yılan gibi hissetmesi iyi değildir. Tüm bunları geride bırakabildim. Ve birdenbire kendimi elimden geleni yapacak, olabildiğince iyi olacakmış gibi hissettim. Sınırlarıma dek her şeyi deneyeceğim, sınırlarımı aşmayı deneyeceğim. Boş Cennet'in altındaki kirli Dünya'da bir insan olmaya çalışacağım. İşte benim amacım budur ve yaşamım hakkındaki fikrim budur. Her zaman orada birinin olduğunu ve sizi çok sevdiğini hissediyorsanız ama çevrenizdeki dünya korkunç sahnelerle dolup taştığı için onu göremiyorsanız yine de bu tanrının kusursuz olduğunu kendinizin ise kirli bir yılan olduğunu hissediyorsanız hiç de iyi bir his değildir bu. Ama bu şartlar altında elinizden geleni yapmanız gerektiğini hissediyorsanız bu sevginin ve iyiliğin olmadığını hissediyorsanız her şeyi açıklayabilirsiniz, her şeyi anlayabilirsiniz. Burada korku söz konusu değildir, burada bir çeşit "var olmama" vardır. Ve bence bu harikadır. Buna ikna olduktan sonra nefrete ve kendimi kabul etmemeye dayalı sinirsel hislerim ve kendimi kabul etmezsem başka insanlara kızma ve onları da kabul etmeme hissim Biliyorsunuz işte. Her şey, özgür olmaya dair tüm o hisler geldi bana. Sinir hastası gibi hissetmiyorum kendimi. Yaratım sürecime de yansıdı bu. Başka insanlara daha fazla ilgi göstermeye başladım çünkü kendim artık o kadar önemli değildim.
- Anlatabiliyor muyum?
- Evet.
Böylece diğer insanlar daha fazla Benim kendi sorunlarım; iyi miyim, değil miyim tanrı ile kıyaslayınca kötü müyüm, yoksa değil miyim... Bir önemi yok bunun. Tek önemli olan başka insanlardır. Bence bugün kilisenin yapması gereken şey Bunu daha önce konuşmuştuk: Herkesin bir çeşit kendi kutsallığı vardır. Nedenini bilmiyoruz, ama herkesin vardır. Dışarıda bir tanrı yok, içimizde bir nevi tanrı var. Nasıl var ve nasıl yaratıldı, bilmiyoruz ama bence daha önce dediğim gibi nesiller süren umudun, çaresizliğin ve duanın ürünü bu. Bugün kilisenin yapması gereken şey insanlara bu kutsallığı anlatmak ve insanları bu kutsallığı dinleyecek şekilde eğitmektir. Ruhun bu kısmı ile sezgisel bir bağlantı kurması için herkesi eğitmeleri gerekiyor.
Güz Sonatı (1978)
"Eğer birisi beni olduğum gibi severse kendime bakmaya cesaret edebilirim belki"
Güz Sonatı Ingmar Bergman yönetmenliğinde 1978 yılında yayınlanan İsveç-Alman yapımı drama filmi. Çekimleri Norveç'te yapılan filmde problemli bir anne kız ilişkisi anlatılmaktadır.
Bir anne ve kızı:duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kombinasyonu!
Sevgi ve ilgi adına her şey yapılabilir ve mubahtır!
Annenin acıları kızına da geçmelidir. Annenin mutsuzluğu kızının mutsuzluğu olmalıdır, sanki göbek bağı hiç kesilmemiş gibi.
Gerçekten öyle mi anne: kızının felaketi annenin saklı zaferi midir?
Anne, benim kederim senin saklı zevkin mi?"
Türkçe Çeviri "Rüya" Gözlerimi kapatabilseydim Rüyalar elimden tutup götürürdü Yükselir, süzülürdüm yeni bir gökyüzünde Kederlerimi unuturdum. Hayalimde seyehat edebilseydim Aşkın ve umutların yeşerdiği, acının dindiği Saraylar ve geceler yaratırdım. Yarattığımız her şeyi yok eden Acımasız gerçeklerin bıraktığı Zulüm, ızdırap ve çileyle gölgelenmiş İnsanlar gördüğün bir dünya. Bizi, düşlerimizi ezen Tüm yürekleri karanlık ve aç gözlülükle dolduran Zorbaların yükselen duvarlarını gördüğün bir dünya. İngilizce Sözleri If I could close my eyes and the dreams take me by the hand, I would rise and fly in a new sky and I will forget my sorrows. If I could travel in my imagination, I would build palaces and nights where love and my hopes can grow and we will erase the pain .. A world in which you see people whose features, are clouded by oppression, misery and suffering from a bitter reality that destroys everything we build. A world where you see rising walls o
Esat Oktay Yıldıran Kenan evren'in özel emriyle diyarbakır cezaevinde geniş yetkilerle görevlendirilen işkencecidir. Diyarbakır Cezaevi, adını 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra yaşanan korkunç işkenceler ile duyurdu. Öyle ki The Times gazetesi tarafından 29 Nisan 2008'de 'Dünyanın en kötü 10 cezaevi' içerisinde gösterildi. Esat oktay yıldıran’ın diyarbakır cezaevinde görev yaptığı dönem, türkiye cezaevi tarihinin en karanlık dönemi olarak anılır. yıldıran, 24 şubat 1981’den itibaren yıllarca diyarbakır cezaevinde işkenceci başı olarak görev yaptı. adına aksaray’da kahraman sıfatıyla bir anıt dikildi! Yıldıran, 22 ekim 1988 tarihinde, güneşli bir öğlen sonrasında istanbul kısıklı’da belediye otobüsünün içinde, bir kürt militan tarafından kafasına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. kürt militan, tetiği çekmeden önce yıldıran’a, cezaevindeki işkence mağdurlarından ve ölüm orucu eyleminde yaşamını yitiren laz kemal’in (kemal pir) selamları olduğunu söylemişti.
Bir şarkıcı ve söz yazarı olarak Nena Venetsanou 1955'te Atina'da doğdu. 6 yaşından itibaren piyano dersleri almaya başladı. Lilith Sana dair düşüncelerim Bırak gölgeler içre kalsın Ah, güzel ismin senin-Lilith Yarı unutulmuş bir kutsal yazı Gözlerin abanoz Bedenin alaca mavi Hangi eller mıhladı seni Hiçliğin ortasına Sıradan, küçük yaşamlar sürüyoruz Kim bozar bu büyüyü Biz için? Evlerimizde sessiz sedasız yaşıyoruz Kim korkusunu yenebilecek? Sen sihirli iksirle oyunlar oynayan Uçurumun cadısı Uzak kalan cennetin sıcacık ateşinden Seni karanlığa fırlattılar Yine de dans ettin orada, çırılçıplak Gül, ey sesi duyulmayan! Meydan okudun, ayrılığı saçtın Sıradan, küçük yaşamlar sürüyoruz Kim bozar bu büyüyü biz için? Evlerimizde sessiz sedasız yaşıyoruz Kim korkusunu yenebilecek? Geceleyin açan çiçek Esmer bülbülüm Acıdan kanatlarını çırparsın Karanlığın harmanında Ve çiziklerini duyuyorum Tüylerinden geriye kalan Hiçbir isimle adlandırmam onu: Lilith, derin bir kara
0 Yorumlar